9 Mart 2008 Pazar

Persepolis Veya De Te Fabula Narratur


Persopolis'i izlerken aklıma ilk bu motto geldi... ''De Te Fabula Narratur''.. Türkçe Meal: ''bu anlatılan senin hikayendir''.. Cannes film festivalinde adından söz ettiren , arkasından filmekimi kapsamında istanbul sonbaharında ayağımıza kadar gala olarak gelen ama benim büyük eşşeklik edip ıskaladığım bir filmdi persopolis.. Bugünlerde Türkiye'de kaygı olarak tanımladığımız siyasal iklimin gerçekleşmiş kabusunu yaşayan iran'lıların iç burkan hikayesi..Çizgi romandan uyarlama bir film yerine çizgi romandan uyarlama animasyon yapmanın çok daha akılcı bir yol olduğunu 7. sanat tekniği açısından gözlerimiz önüne sererek başlıyor persepolis'in ABC'si.. Animasyon sanatının görüp görebileceğimiz en güzel flashbackli kurgusunu, yer yer minyatür hatta hat sanatı inceliğinde bir teknikle izleyiciye sunan bir film bu.. Sıkıcı bir pazar günü silkinip ani bir ; süreli yayın, dergi, fanzin , kitap ve dvd alışverişi için kendimi sokağa attığım an, özel kutu tasarımıyla orjinal DVD'sini görünce bir solukta kapıp az önce izlemeyi bitirdiğim ama tekrar tekrar izlemeyi düşündüğüm için henüz arşive kaldırmadığım bir yapım.. Filmin en çok hoşuma giden yönü batılı gözlerin bu defa oryantalizm tuzağına düşmeden , yargıyı izleyiciye bırakıp bir kızım olmadan asla veya gece yarısı ekspresi servisi sunmamaları oldu. Marjane'nin viyana sürgünü yıllarının anlatıldığı bölüm, babasının çoban kılığında kızı için Türkiye'den kaçak poster getirdiği sahne, Iron maiden ve pink floyd gibi grupların korsan plaklarının rok müziğin yasak olduğu tahran sokaklarında karaborsadan tedarik edilişi , basılan ev partileri, devrim muhafızlarının akılları donduran baskısı , bir genç kızın yaşadığı tüm çelişkiler, viyana , paris, tahran farketmeksizin insanlığın engllenemez en kutsal duygusu olan aşk , iran'ın sosyal ve tarihsel iklimine şah döneminden başlayıp günümüze kadar bizleri götüren belgesel niteliğinde bir yolculuk persopolis.. Binlerce alt metin, ufak ayrıntı, şeytanın gör dediği enfes nüans arasında, marjena satrapi'nin amcasının sovyet rusya macerası , aldığı marksist- leninist akademik eğitim ve sonrasında şah rejiminin yıkılmasının proleter devrime geçiş için basamak olabileceği yanılgısı ise filmin en önemli siyasal mesajı bence.. Evet Humeyni İran'a, bu rejimi solun ve bir kısım liberal aydının büyük desteği olmasa asla getiremezdi. Aynı Humeyni'nin ilk icraat olarak kendisini iktidara getiren sosyalistleri ve liberalleri idam edip hapislere göndermesi ise tarihin bambaşka bir çelişkisidir..Küçük Marjane'nin afasında çizdiği Tanrı figürüyle, Marx'ın gökyüzünde bulutlar üzerinde konuştuğu sahne ve üzerinde uzlaştıkları ''herşeye rağmen yaşamaya ve mücadeleye devam düsturu'' sinema tarihi için bir klasik bence. Sol tarihsel vurgu içerisindeki en büyük ve en yakın konjektürel hatasını iran'da şah rıza pehlevi iktidarı devrilirse toplumun özgürleşeceği yanılgısına düşerek yapmıştır.Temel mesele bu evdeki hesabın çarşıya uymaması sorunu ve daha İran İslam Cumhuriyetini kuran devrim komitesi tarafından ilk günden kurşuna dizilen binlerce aydın ile beraber baştan aşşağıya topyekün değişip bir açıkhava hapishanesi haine gelen Tahran sokaklarıydı aslında.. Filmin bu alt metni ıska geçmemesi benim için çok önemli oldu.Tıpkı Irak ile emperyalizmin silah kartellerinin dayatması sonucu 8 yıl boşuna sürüp 1 milyon insanın ölmesine neden olan anlamsız savaşı yakalaması gibi. Persepolis hiçbir konuda açık gedik bırakmadan eksiksik olarak işi kotarmış bir film.. İran aydını kendisiyle hesaplaşırken artık bu özeleştiriyi yapmak zorunda ve Türkiye aydını bu filmi oturup binlerce defa izlemeye mecbur. Mecbur çünkü bu topraklara böyle bir borçları var..

Bu tespitler hariç (uzun oldu farkındayım ama bu film üzerine sabahlara kadar konuşulabilir) marjena satrapinin bir nevi otobiyografisi diyorum ben bu film için.Bu otobiyografiyi izlerken bir dönemin sosyo-kültürel, siyasal ve ekonomik haritasını da çıkarmış oluyoruz.İran gibi büyük bir kültürün nerden nereye gerilediğini dünya medeniyeti ve insanlığın ortak mirası adına üzülerek, iç çekerek, burkularak izliyoruz. izlerken iran bize ne kadar yakin, ya da ne kadar uzak sorusunu defalarca kendinize soracaginiza eminim. yobazligin binbir turlusune sahit olacaginiz, cogu zaman yumrugunuzu sikip ic gecireceginiz sahnelerle dolu bir film. peki anlatilanlar abartili mi? ne yazik ki hayir. filmi beraber izlemeye gittigim iranli arkadasima sordugumda, bana verdigi yanit "daha gercekci olamazdi" oldu. film aslinda, bugun yurt disinda yasamak zorunda kalan, gorup taniyabileceginiz cogu iranli gencin hayatindan izler tasiyor. sizin su an kaygi olarak gordugunuz kabuslarinizi yasamis insanlarin hayat hikayesi bu. sabretmek, tahammul etmek, bildiginiz anlamlarinin disina tasiyor. filmin en guzel yani, konu edindigi bagnazliklara, baskilara inat, yasananlari neseli bir dille anlatabiliyor olmasi. marjena satrapinin tum olumsuzluklara ragmen korumayi basarabildigi bu bakis acisi, hem anlatimi guclu kiliyor hem de filmin anafikirini teskil ediyor. cizimler zaten leziz. Eleştirmenler film için yapımcılarına onur kazandıran bir yapıt demişler doğru ama eksik.. Bu film izleyen izlemeyen herkese onur kazandırıyor çünkü başlı başına insanlık onurunu anlatan bir animasyon persepolis..

Hiç yorum yok: