25 Mayıs 2008 Pazar

Victory

1962 Macar yapımı Two Half Time In Hell filminden esinlenen 1981 John Huston yapımı unutulmaz futbol filmi Victory. Nice futbol filmi çekildi ve çekiliyorda.. Futbol filmlerini , futbol kitaplarını eksiksiz arşivlemeye çalışıyoruz, izlemeye okumaya doyamıyoruz elbet.. Ancak Victory hep ayrı bir yerde.. Aradan yıllar geçiyor ama kendini tekrar tekrar izlettirmeyi başarıyor.. Her seyrediş sonrası yeni bir şeyler anlatıyor.. Görmediğimiz bir noktayı yakalamamıza neden oluyor.. Filmin tek eksiği Maradona'nın olmaması bence.. Ama Ardiles'i, Pele'yi izlemekte büyük keyif veriyor.. 2.Dünya Savaşı sırasında çıkan propaganda olaylarını bastırmak için Nazi futbol takımının subayları müttefik savaş mahkumlarının kurduğu futbol takımı ile bir maç organize etmesi ve bunu kamptan kaçmak için fırsat bilen mahkumların maç içinde uygulamak üzere bir plan tasarlamaya karar vermelerini konu ediniyor. Ama olaylar hiç de planladıkları gibi gitmez ve kaçma planı, maç içinde yerini kazanma hırsına bırakır. Michael Caine, Rocky II’den 2 yıl sonra Sylvester Stallone ve Max von Sydow gibi aktörlerin yanında, anıt gibi bir Pelé, İngiliz Bobby Moore, Belçikalı Paul Van Himst, Arjantinli Oswaldo Ardiles ve o zamanın ünlü birçok futbolcusunu bir araya getiren muhteşem John Huston, bir futbol klasiğine imza atmıştı. Filmin tek Amerikalısı Hatch rolündeki Stallone’un haliyle kaleye geçip kevgire dönüşü, ama hayati penaltı kurtarışı, Pelé’nin Ümit Aktan tabiriyle şiir gibi rövaşatası, Alman işgalindeki Fransız taraftarların hep bir ağızdan söyledikleri marşlar ve “zafer” nidaları, ilk izlediğim zamanki tüyleri diken diken edici etkisini koruyor. Bu yazı için geçenlerde yine izlediğim filmde, Alman subayı Von Steiner rolündeki Von Sydow’un Pelé’nin enfes golüne kayıtsız kalamayıp alkışladığı, hakemin maçı çileden çıkardığı, maç yorumcusunun sevimsiz ve yanlı anlatımını içeren sahnelerin de gücünü yitirmediğini fark ettim. Bir maç anlatımı esnasında Ümit Aktan’ın bu filmden örnek verdiğini, kurduğu cümleleri tam çıkaramasam da hatırlıyorum.
aha sonra pekçok filme ilham kaynağı olmuş Victory, futbolun insanın içindeki özgürlük, meydan okuma, risk alma potansiyelini ortaya çıkardığını kanıtlayan klasikleşmiş bir örnektir. Michael Caine ve Von Sydow zaten tartışılmaz. Stallone ise şöhret yönünden en haşin zamanlarını yaşıyordu o dönem. Belki ona kalsa Victory serisi izleyebilirdik. Pelé bile çok iyi rol kesiyor. Bobby Moore ve diğer futbolcular bizim kuşağa biraz büyük geldiğinden, pek fazla heyecan yaratmıyor. Ama filmde tek kelime konuşmayan Ardiles'i maç kasetlerinden hayal meyal hatırlıyorum. O zamanın teknikleri ile bugünün cambazlıkları, bir yerde onur-gurur mücadelelerinin yerini şovun vahşi cazibesinin almaya başladığını gösterir gibi.. Günümüz maçlarında da bu manevi hazza ulaşma gayreti sayesinde başarının kendiliğinden geldiğini Galatasaray örneğinde gördük. Demek ki futbol oynarken kazanma ruhunun önüne hiçbir maddenin geçmesine izin verilmeyecek. 4 gol yedikten sonra, devre arasında elde edilen kaçma fırsatını sırf bu sebepten geri tepen müttefik esirlerin, sadece basit bir film kahramanlığı gösterdiğini düşünme yanlışına düşmememiz gerekir. Çünkü futbol tarihinde Victory'dekine benzer o kadar çok zafer var ki..

Hiç yorum yok: