17 Şubat 2008 Pazar

Frank Miller Üzerine








Kuşkusuz çizim sanatından sinema sanatına en çok katkı yapan çizer kimdir? diye sorulsa cevabımız Frank Miller olurdu. Sin City ve 300 gibi gişede beğeni toplayıp çizgi roman havasını kaybetmeden sinemaya aktarılan yapımlarda yine Frank Miller gibi bir usta çizerin tarama ucundan yansımıştı beyaz perdeye.. Frank Miller başka bir sinema uyarlaması olan hatta arcade game versiyonu ile oyun salonlarında bir dönem rekorlar kıran marvel comics klasiği punisher ve king pin gibi karakterlerin yaratıcısı olarak üretimini hiç kesmedi diyebiliriz. Amerikan çizgi romanının o dönemki normlarını alt üst edecek denli çarpıcı şiddet, "Wolverine" ve "Ronin"le yine Miller eserleri olarak doğdu. O dönemki" diyorum, çünkü tam o sıralarda başlayan "Punisher"la normlar iyiden iyiye sarsılacak, 90'ların "Preacher"ıyla ve gene Miller'ın "Sin City"siyle yerle bir olacaktı. Miller'ın, bu sürecin öncülerinden olduğu rahatlıkla söylenebilir. Ama sadece "şiddet" değil. Miller 1986'da yaptığı "Batman: Dark Knight Returns" serisiyle, süper kahraman türünün normlarına da meydan okudu. Yaşlanmış, çoktan emekli olmuş bir Batman vardı karşımızda. Dünya değişmişti, okur olarak bizler değişmiştik ve Miller bizi bu dünyada, damdan dama atlarken belini incitmemeye çalışan bir süper kahramanla karşılaştırıyordu. 1990'da Miller Elektra'ya geri döndü ve bu kez "Elektra Lives Again"i yaptı. Bunu, "Give Me Liberty", "Hard Boiled", "Martha Washington", "Sin City", "300" izledi.

Hiç yorum yok: