Uzun olacak bu yazım biraz. Sabredip okuyanlara selamlar olsun.. Nereden başlasam bilmem ki?... Güven Kıraç'ın o tutunamayan ifadesinin resmini anlatarak mı? Haluk Bilginer'in çizdiği obsesif kompulsif karakterin doğallığından ve dünyada oynanan en iyi örneklerden biri olduğundan mı? Derya Alabora'nın oyunculuğundan mı? Ne güzelliğin ifadesi, ne ifadenin güzelliği; sanat yalnızca ifade edebilmektir deyip, yalın ifadelerin birleşiminden, cilalamadan, kirletmeden filminin adına yaraşır biçimde bizlere ulaştıran Zeki Demirkubuz'dan mı? Lokanta sahnesinde kendini lokantada, otobüs sahnelerinde kendini otobüsün içinde yolculuk yaptığını düşündürten atmosferinden mi? doğaçlama çekilen ve o doğaçlamanın üzerine bir film inşaa edilen meşhur "Kır tiradı"ndan mı yoksa? Şüphesiz, izleyen insan için herşeyi konuşmak, anlatmak, gözden geçirmek mümkün...
Masumiyet ve Kader.. Hepimizin içinde kaybolmayan masumiyet ile yaşadımız ortak kader.. İki filminde ortak teması ''aşk köpekleşmektir'' mottosundan ötesi değil belkide..Başarısının formülü İse bu mottoyu bu kadar gerçekçi anlatabilmesi olsa gerek Demirkubuz'un...
masumiyet'le kader'i bir arada değerlendirdiğimiz zaman, karşılaştığımız sonuç hayata tutunduğumuz ince dallarıda kırarak bizleri tamamen uçurumdan aşşağı atabilir. kader yani bekir'in , zagor'un, uğur'un gençliklerinin anlatıldığı o unutulmaz kır tiradına sahne olan hayatın aktörlerinin yaşamının evveline giden dönemin sunulduğu kader, günümüzde geçmektedir, masumiyetse konu gereği daha sonraki yılları anlatması gerekirken zeki demirkubuz ironisiyle kader'den önceki bir zaman dilimini yansıtır gibi filme çekilmiştir, burada zeki demirkubuz'un amacı kuşkusuz ; benzer öykülerin, her mahallede , her sokakta, her kahvehanede, her batakhanede yaşayan, zagor'ların, uğur'ların , bekirler'in, yusuf'ların geçmişte ve günümüzde her an farklı isimlerle aynı acıları yaşadıklarını anlatabilmektir , zaman kavramı geneldir, konu bağlantılıdır ama, zaman geniş zamandır ve şahısların isimlerinin yerine kendi isimlerimizi koysak bile hikaye kendi gerçekliğimizi anlatmaya devam eder, işte can yakan demirkubuz sinemasının sırrıda burada gizlidir. Bekir sever, bıkmadan usanmadan zagor'u seven uğur'u sever, uğur'da bıkmadan usanmadan, kendini bedenini ruhunu tüm masumiyetini satarak, cezaevi sürgünleriyle hayatını tüketen, adam doğrama makinesi psikopat zagor'u sever, zagor'da uğur'u sever aslında ama hapishaneleri daha çok sever, yusuf'da böyledir, dış dünyadan kaçmak ister, cezaevini kendi evi bellemiştir, tutunamayan halini sırrı burada gizlidir, kimbilir zagor uğur'u cezaevlerini sevdiği kadar sevseydi bu hikaye bu kadar can yakıcı olabilirmiy di? kader deyince bekir'in askerlik sonrası evlendirildiği, ama uğur'a olan umutsuz aşk nedeniyle ''çocuk doğurması dışında'' el bile sürülmeyen , iki çocukla ortada kalan eşinin kaderide incelenmelidir, belkide hikayede en geri planda duran bu figür aslında tüm bu kaotik savaşın canı en çok yanan figürlerinden birisidir, bekir uğura, uğur zagora , zagor suça ve aleme tapar, ama bekir'in sevilmeyen eşi, başkasına yanık bir adamın eşi olmanın vebalini iki çocuğuyla öder, tıpkı uğur'un piskopat zagor'a yanık olmasının bedelini sakat çocuğuyla ödemesi gibi.
bekir kurşunlanır, bekir dövülür, bekir kan kusar, bekir uğur fahişelik yapmasın diye muhabbet tellallarından sopa yer, esrar alemlerinde işini gücünü ailesini anasını babasını kaybeder, sek rakıyı büyük büyük kafaya dikip uğur'u görmek için gözünü kah diyarbakır kale mahallesinde kah sinop cezaevi önünde, kah batakhanelerde, ummanelerde, kerhanelerde açar, esrardan uyuştukça içkiyle intihara koştukça bilinçaltında fahişe diyerek sürekli aşşağıladığı uğur'u daha çok sever, tıpkı uğur'un polis katilliği dahil binlerce suçun faili zagor'un ömür boyu cezaevinden çıkamayacağını bile bile hala deli yanık olması gibi.
aşk köpekleşmektir; kurşunlar, dayaklar, sürgünler, bitmeyen yollar, harcanan aileler, tüketilen ömürler, satılan bedenler, durmadan içilen esrarlar, rakılar, bitmeyen yollar, sokaklar, kavgalar, kırılan ağızlar burunlar, banliyö trenleri, otobüsler, çocuğunun ilaçları elindeyken dahi evladından önce asla ulaşamayacağı uğur'a koşan bekir'in boş sokaklara vuran silüeti, soğuk otel odaları, 5. sınıf pansiyonlar, cinayetler, sevişmeler, artık sevme duygusunu kaybetmiş sadece zagor'a avukat tutmak için ruhunu başkasının altına yatıran bir kadın ve diğerleri, diğer tüm tutunamayanlar...
işte masumiyet ve kader.. tüm bu sertlik, toz duman, tutku , ve şiddet yaşanırken zeki demirkubuz şunu anlatır; bu basit bir mahalle arası aşk olarak başlamıştı, hepimizin yaşadığı, hissettiği, sevdiği bir aşk, tüm bu kirlenme içerisinde dahi masumiyet asla kaybolmadı.!
"- Film bu Mehmet abi, film... Milleti ağlatmak için yalandan yapıyorlar… - Yalan malan, böyle de olmaz ki kardeşim!!!"
-mert- ...
/div>